mavi ışık kazanı

    'Evrendeki her şeyin belirli bir düzeni vardır.' muhabbeti dönüyor ya, işte onu ben de farkettiğim zaman manyak gibi seviniyorum. Acayip böyle salak gibi. Sanki önceden tekdüze yaşıyormuşum da, artık o düzene ben de dahilmişim gibi. Halbuki başından beri o düzenin bir parçasıydım. Ama bunun da artık o andan itibaren farkında olduğum için, oradan geliyor bu mallık. Artık her şeyi biliyormuşum.
    Bizim arabayı araç muayene bir şeyine götürecektik. Babam müsait olmadığı için annemi gönderdi. Annem de yalnız kalmamak için beni de götürdü. Otoban gibi bir yere çıktık.
    "Bak Fazilet, şimdi sol şeritte 'TAV' diye kocaman bir levha olacakmış. Araç muayenesi yaptıracağımız yer orasıymış. Sen de dikkat et tamam mı?"
    "Peki."
Beş dakika ilerledikten sonra bağırdım:
    "Aaaaa anne işte TAV!"
Biraz ilerledikten sonra:
    "Yok yok. Orası TÜV'müş. Yanlış görmüşüm."
Annem dedi ki:
    "Tamam işte TÜV'dür o. Baban yanlış söylemiştir."
Aklımın ucundan geçmemişti! O an düşündüm: babam bana TAV demiş olsaydı, annem yanımda olmasaydı, ben de TÜV'ü görseydim; bütün otoban boyunca ilerleyip TAV'ı mı arayacaktım? Cevabını bilmek istemiyordum.
    Biz sağ şeritteydik. Sol şeritteki TÜV'e gitmek için ileriden bir U dönüşü bulup geçmemiz gerekiyordu. O da bayağı ileridenmiş. U dönüşü yaptıktan sonra, alt geçit ve üst geçit çıktı karşımıza.
    "Eee hangisi şimdi?!" dedi annem.
TÜV'ün önünden geçerken dikkat etmemiştik.
    "Alt geçit gibiydi sanki." dedim.
    "Yok yok üst geçitti." dedi ve üst geçitten ilerledik.
TÜV'ün önüne geldiğimizde alt geçitten geçmemiz gerektiğini gördük.Dümdüz ilerleyip, bir U dönüşü bulup, geldiğimiz yoldan tekrar sağ şeritte ilerleyerek, aynı U dönüşünden sol şerite dönüp alt geçitten geçtik. TÜV'e vardığımızda, annem ruhsat ve benzeri şeyleri alıp bana arabada beklememi söyledi. Kısa bir süre sonra geri döndü: "Baban araç muayenesi için bana para vermişti. Onu evde unutmuşum."
Dümdüz ilerleyip eve döndük, ben arabada bekledim, annem parayı aldı, otobana çıktık, sağ şeritten ilerledik, U dönüşünden sol şerite döndük, alt geçitten geçtik, TÜV'e geldik. Annem ruhsat ve benzeri şeyleri aldı, ben arabada bekledim. Evrak işleri tamamlandıktan sonra arabamızı muayene için aldılar. Mustafa enişte:
    "Muayene sırasında çok beklersiniz." dediği için yanımıza birer kitap almıştık. Ama tepedeki yakıcı güneşle fırtına gibi esen rüzgar birleşince ikimiz de okumaya yeltenmedik. Annem, ameliyathanenin penceresinden çocuğunu izler gibi, arabanın muayene edilişini izlemeye başladı, güneş ışığını kıran karanlık camdan.
    "Ne yapıyorlar arabamıza?!" diye bağırdı önce.
Tekerleklerin altında dönen silindirleri görünce, onaylayan ve takdir eder gibi bir ses tonuyla:
    "Aaaa bak tekerlekleri kontrol ediyorlar."
Bizim arabanın önünde bir tır vardı. Muayenenin son safhasındaydı ve bitince çıkacaktı.
    "Bak orada da başka bir şey yapacaklar." dedi annem, tırın olduğu yeri göstererek.
Etrafıma biraz bakındım. TÜV'ün arkasının olduğu gibi tarla olduğunu farkettim.
    "Anne orada kaplumbağa var mıdır?" diye tarlaya doğru koşmaya başladım.
Annem de peşimsıra geldi. O artık buna alışmıştı. Çünkü çocukluğumdan beri gördüğüm küçük-büyük bütün tarlalarda kaplumbağa arardım. Tel örgülerin arasından pamuk tarlasına bakmaya başladık.
    "Bak orada bir tane pembe çiçek açmış. Bak şurada da tomurcuk var."
    "Toprak kuru gibi."
    "Yok yok kuru değil. Aksine yeni sulanmış, sadece yüzeyi kurumuş, güneşten."
Şöyle böyle derken, arabanın muayenesi bitti ve 'Hafif Kusurlu' olarak sonuçlandı.
Yan tarafta bir bayan, arabası muayeneden çıkmak üzereyken dua ediyordu, sanki çocuğu içeride sınav oluyormuş gibi. Ben ise, arabaya bindikten sonra, sınav sonucumu almış gibi heyecanla, dört tane hafif kusurun ne olduğunu inceliyor, anneme aktarıyordum.
    Şimdi o evrenin devasa düzeni, benim de müthiş bir parçası oluşum bunun neresinde? Hah! Başa dönelim.
    Ben meslek sahibi olsam, ehliyet kursuna gitsem, ehliyetimi alsam, para biriktirsem, araba alsam, arabamı araç muayenesi bir şeyine götürsem, sağ şerit - sol şerit; üste geçit - alt geçit arası bu aksilikleri yaşasam; otoban üzerinde bir tane beton direği gözüme kestirir; anarya gidip gidip o direğe çarpardım. Bu kesinlikle sinirimi yatıştırmayacağından, bilincimi kaybedene kadar bunu yapardım. Ve o gün, annemle bu gerginliğin binde birini yaşamamamızın tek bir nedeni vardı: baba korkusu.
    Baba korkusu apayrıdır. İnsanı kötü şeyler yapmaktan alıkoyan en büyük etkendir baba korkusu. Dizginleyendir. "Dur" diyendir, "Kendine gel" diyendir, "Bittin sen" diyendir, "Duyarsam bittin sen" diyendir, "Görürsem bittin sen" diyendir baba korkusu. Eğer biz, o kadar aksiliğin üstüne, 'dört tane hafif kusur neymiş' diye bakacak kadar sakin, dua eden bayanı farkedecek kadar telaşsızsak; bunun sebebi, bütün o aksilikleri babamın bilmiyor oluşunun verdiği mutluluktur. İşte tam da böyle bir düzenin parçasıydım ben. Korkularımızın bile lehimize işlediği bir düzenin. Bunu farketmiş olmanın verdiği salağımsı bir mutluluktu işte.
    Dönüş yolunda, tamamen 'temiz iş' olması için benzin doldurttuk. Jest olarak arabayı da yıkattık, benzincinin verdiği hediye fişle. Ufak bir sorun kalmıştı:
    "Ben bu arabayı aldığımda, benzin miktarı şu ankinden daha azdı." dedi annem. Sonra biraz durdu, bana yan yan baktı ve:
    "O zaman biraz turlarız." dedi.
Baba korkusunu dizginleyen anne rahatlatışı da buydu. Evrenin devasa dengesi, dönüşümünü tamamlamıştı işte. Ve ben bu döngünün müthiş bir parçası olmuştum. Bunu farketmiş olmanın verdiği manyağımsı bir mutluluktu işte.
FAZİLET AYDIN
26/07/2011