mavi ışık kazanı

“Çocukluğuna dönmek” denince insanların içinde çok güzel duygular uyanıyor ya böyle, ne tırttan bir uyanıştır o. Vay efendim çocuklukları çok güzel geçmiş de o günlere geri dönmüşleri yaşıyorlarmış. Bi daha yaşa desem yaşamazsın bezeveng. Çok mu ileri gittim? Belki de benim döndüğüm kısmı uyuz etti beni. Belki de çocukluğumun başka bir sahnesine dönseydim böyle olmayacaktı ama olan oldu işte. Çocukluk totalde güzeldir çünkü.
11 yıldan sonra Antakya’ya kar yağdı. Annemle babamla kendi yöntemlerimle yurt dışına çıkma konularını tartışırken, bana pencere dışında yağan karı gösterdiklerinde salak gibi, düzeltiyorum, çocukluğumdaki gibi tartışmayı, ne için izin almaya çalıştığımı unutup kara koştum. Hemen üstümü giyindim, en kalını o olduğu için yıllar önceki montumu giydirdiler, en son ortaokulda taktığım beremi taktılar, babam kendi atkısını sardı üstüme, dışarı yolladılar. Çıkmadan önce aynaya baktım, bir şeyler tersti evet sanki on bir yıl sonra kar yağmamış, ben o kadar önceye gitmiştim ama bununla yüzleşecek kadar vaktim yoktu zira orada yağan kar pek tutmazdı. Erimeden hemen koşayım dedim. Tam tamına on bir yıl bir haltı değiştirmemiş, aynı şey oldu. Sanki sabaha kadar oynasam doymayacakmışım gibi gelse de, parmaklarım kesilmiş gibi acıyınca çok sürmeden koşa koşa eve döndüm. Pencereden izlemek daha güzel geliyordu artık.
Ertesi sabah annem çığlık çığlığa uyandırdı, kar tutmuş meğer. Apartmandaki bütün çocuklar aşaadaymış, kardan adam yapıyorlarmış, bana onlara katılmamı söyledi. Yaşıtlarımı ve benden büyük olanları tek tek saydı, hepsi oradaymış. “Oha!” dedim. Hemen üstümü giyindim, en kalını o olduğu için yıllar önceki montumu giydirdiler, en son ortaokulda taktığım beremi taktılar, babam kendi atkısını sardı üstüme, dışarı yolladılar.
“Ben kendi atkımı takıcam bırak bu sefer.” dedim, babam:
“O ince olur artistlin gereği yok bu havada.” dedi,
“Tamam.” dedim çıktım.
Küçükken annem beni günlere götürmek isterdi, ben istemezdim, o zaman bana şu da gelecek, bu da gelecek diye bütün yaşıtlarımı sayardı. Önceki güne gitmediğim için de hepsinin beni sorduğunu söylerdi. Süslenip püslenip en güzel kıyafetlerimi giyer giderdim, bir de bakardım hepsinin kardeşleri gelmiş. Büyüklerin yanında oturamazdım, tuhaf kaçıyordu çünkü. Her şeyde düzenli bir sınıflandırma olurdu günlerde. İkramlarda dahi, kendilerine büyük tabak, çocuklara orta boy tabak kullanılıyor, çocuklara özel oda ayrılıyordu. Büyük tabakların arasında orta boy tabakla yüksek bir koltuğa oturup sohbetlerini dinlemek parazit gibiydi. Çocukların odasına geçer otururdum. Onlar da kendilerini yaşça büyük biri oyunlarına eşlik ediyor diye önemli hissederlerdi.(demek istesem de oyunlarına dahi sokmazlardı.) Dört saat boyunca çocukların vızıltısını dinlerdim, börek, pasta ve meyve suyu da tesellim olurdu.
Apartmandan dışarı çıktığımda gördüğüm manzara beni olduğum yerde durdurup kendini on saniye izletti. Yavaş yavaş hatları belli olan koca bir kardanadam ve etrafında ona kar monte eden apartmandaki yaşıtlarımın kardeşleri. En büyüğü benden üç yaş küçüktü. Yanlarına gittim:
“Kolay gelsin.” dedim.
Kimse cevap vermedi.
“Çok güzel oluyor.” dedim.
Kimse cevap vermedi.
Direklerin altında biriken temiz karlardan toplayıp kardanadama ben de monte etmeye başladım. Kendi aralarında konuşmalarını dinliyor, onlar gülünce ben de gülüyordum.
Bir süre sonra tahammül edemeyip, yaşça onlardan büyük olduğum için onlardan daha güzel kardanadam yapacağıma inanarak aynı hizada ben de bir tane kardanadam yapmaya başladım. Tek başına olduğum için çok yavaş ilerliyordu ve de civardaki temiz karları onlar aldıkları için karşıdaki arabalara gitmem gerekiyordu her seferinde. Arabaların üstünden toplayıp taşıyordum. Yavaş yavaş yükseliyor ve iç kısımda boşluk olunca çöküyordu yan yan.
Anneler çocuklarını zor durumda gördüklerinde, müdahale etmekten kendilerini alıkoyamazlar pek. Mesela on yaşında iki çocuk birbirlerine laf atsalar, birinin annesinin balkondan aşağı bağırarak diğerine cevap verdiğine çok şahit oldum ben.
Annem ‘arkadaşlarımla’ kardanadam yapışımı pencereden izlemek istemiş olsa gerek, belli ki dışlandığımı gördü, o da dışarı çıktı. Dışlandığımı çaktırmamak için diğerlerinin yanına dönüp o kardanadama kar monte etmeye başladım. Gülerek konuşmaya başladı hepimizle tek tek. Kardanadama iltifat etti, sorular sordu, ortamı ısıtıp eve döndü. Ama ben annem gidince beni dışlayacaklarını biliyordum ki zaten. Yaşadıklarımdan ders alan ve hayal kırıklığına uğramamayı öğrenen bir insanım ben çünkü. Büyümek böyle bir şey zaten. Ohooo çocuklar beni dışlamış da bilmem ne ben böyle şeyleri kafaya takacak yaşı çoktan geçtim. Çoc…. Ço… Çocuklar? Haa onlar gittiler bile. Annem gittikten beş dakika sonra hepsi evlere döndü. Ben inmeden önce yeterince oynamışlar demek ki doymuşlar. Elleri, parmakları kesilmiş gibi olmuştur artık. Duramazlardı zaten. Çocuk bünyesi öyle pek dayanmaz biz büyükler kadar.
Kardanadamla baş başa kaldım be daha ne. Arabayla geçenler bakınca sanırsınız hepsini ben yapmışım gibi düzeltmeler yaptım böyle. En son giden çocuk da kendi beresini kardanadamın başından alıp eve gidince başı kel kaldı. Sonra kendi şapkamı taktım ona. Kulaklarım üşüdü, ellerim de parmaklarım kesilmiş gibi acıyordu. Kardanadamın karşısına geçtim, uzun uzun baktım: “Bokuma benzemişsin.” dedim. “Şapkam olmasaydı ona bile benzeyemeyecektin.” dedim. Fotoğrafını çektim. Şapkam olmayınca güldüğü daha çok belli oluyordu onu fark ettim. Apartmana girmeden önce arkama dönüp baktım, zeminini hazırladığım kardanadamı yan apartmanın çocukları kartopu oynamak için kullanıyorlardı.
Eve girdim.
“Oynadınız mı?” dedi babam.
“Evet.”  dedim.
“Biraz daha oynasaydın keşke.”  dedi.
“Herkes gitti ya kardanadamla mı kartopu oynayacaktım!” dedim.
“Hani çektin mi fotoğrafını?” dedi.
“Evet.” dedim, gösterdim.
“Ne güzel yapmışlaaar.” dedi.
“Ben de yaptım!” dedim.
“Çok güzel olmuş.” dedi.
“Bak o benim şapkam!” dedim.
“Oooo çok yakışmış.” dedi.
Dışlanmış çocuğun ebeveyn tesellisi kokan diyaloglara tahammül edemeyip içeri geçip pencereden karı izlemeye devam ettim. Küçük çocuklar kartopu oynuyordu. Bi tanesi geride durup onları izliyordu. Ona baktım, ‘benim gibi’ diye düşünüyordum, bir de baktım benim çocukluğummuş meğer. Kırmızı kapüşonlu kafasını kaldırdı. Uzun uzun bana baktı.
“Bir daha sana dönersem en adiyim.” dedim, perdeyi kapattım.

FAZİLET AYDIN
27/01/2012

4 yorum:

  1. butun yazılarını okudumm uslubuna bayıldımm cok samımısın daha çok yaz çnku okuyacağım yazın kalmadı :)

    YanıtlaSil
  2. Teşvik oldu, çok teşekkür ederim. :)

    YanıtlaSil
  3. Gülümsetiyor gerçekten, yaşatıyorsun ve doğru çok da samimisin :) Bende bir takipçinim artık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bunlar hiç beklemediğim kadar güzel yorumlar; gurur duydum gerçekten çok teşekkür ederim. :)

      Sil