mavi ışık kazanı



Üç hafta mı ne olmuştu tam hatırlamıyorum da canım baya tavuk istiyordu. Sanırım üç hafta sürmüştü bu işkence. Hayatımda "kısmet değilmiş" lafını en sık kullandığım dönemdi. Her seferinde niyetleniyor, sonunda tavuk yiyemeyeceğimi acı bir şekilde öğreniyordum. Üniversitenin yemekhanesinde her hafta yapılır tavuk. Bazen günleri değişebilir. Ev arkadaşım bir gün öncesinin akşamından uyardı beni: "Yarın yemekhanede tavuk var." diye.Gittim. Başka yemek vardı. Başka bir gün, arkadaşlarla niyetlendik, "Bugün yemekhanede yiyelim." dedik. Arkadaşlardan birinin ufak(!) bir işi çıktı. Kantinde onu beklerken öğle arasının yarısı geçti. Kantinde karnımızı doyurup derse girdik. Derse ara verildiğinde telefonuma bakayım dedim. Bir mesaj. Yine ev arkadaşım: "Bugün yemekhanede tavuk var." Kısmet değilmiş. Günlerce gözümü yumduğumda gözümün önüne gelen, gözümü açtığımda beynimin içinde dolaşan o şey, eskiden denk gelip de yediğimde "Yine mi tavuk!" dediğim o pilavın yanında, o kocaman, o soslu tavuk. O yemekhanenin soslu tavuk - pirinç pilavı ikilisi. Bir gün yine arkadaşla niyetlendik, yemekhanede yiyelim dedik. Menüye baktım: patates musakka - bulgur pilavı - irmik helvası. İyi, güzel, tamam. Geçtik oturduk masaya, yanımdaki çocuk kalkıyordu o esnada. Baktım çocuğun tabldotunda kemikler vardı. Tavuk kemikleri. Lades olsun, kanat olsun,... "Betül!" dedim, "Az önce yanımdan kalkan çocuk tavuk yemiş, gördüm, kemik falan vardı." dedim. "Yok yav olur mu öyle şey! Sen tavuğun hayallerini görmeye başladın galiba!" deyip kahkaha attı. Sonra, karşı masaya baktım, onlar da tavuk yiyor. Arka masaya baktım, tavuk... Yanımıza yenileri oturdu, baktım onlar da tavuk. Sonra Betül'e döndüm, baktım etrafına şaşkın şaşkın bakıyor. İyi dedim en azından hayal görmüyorum. "Fazilet hakkaten haa..." dedi. Uzun bir süre anlamadım. Lan menü tavuksa bu patates musakka ne ayak? Meğer o gün iki menü varmış. Ben de tabldotu kaptığım gibi patates kuyruğuna girmişim. O değil de, yemekhanede hiç iki menü olmazdı. 
Yılbaşı yaklaşıyordu. Yılbaşı partisi aynı zamanda ev arkadaşımın doğum günü partisi olacaktı. Birkaç gün üst üste keyfi sebeplerle yaş pasta yediğimiz için yaşpastadan sıkılan ev arkadaşım (Neslihan), doğum günü partisinde yaş pasta istemediğini söyledi. Ben de esprisine "bi tane tavuk alsak da mumları ona diksek olur mu" dedim. "Zaten hindi pişirenler var yılbaşında, olmamış bir şey değil." dedim. Güldük ettik. Yılbaşı günü, yemekhanede tavuk varmış, baktım. Perşembe günü. "Bu kez gidip yiycem!" dedim. Arkadaşlar güldüler. "Perşembe günü öğle arası okulda ne işin var, bizim ders öğleden sonra" dediler. "Olsun!" dedim. "Erken gidip yiycem." Alay konusu oldum ama umrumda değildi. Bu kez kararlıydım. Yeni yıla tavuk özlemiyle girmeyecektim. Çarşamba akşamı Neslihan bana tombala almamı söyledi. Ben de planımı yaptım. Perşembe günü evden erken çıkacak, bir kırtasiyeden tombala alacak, ordan üniversiteye geçip yemekhaneye gidecek ve yediğim tavuk - pilavın verdiği hazla derse girecektim.
Perşembe günü evden çıktım. Kırtasiyelerin küçük miktarlarda paralarda kart kabul etmediklerini ben o gün öğrendim. Bakkalda yetmiş beş kuruşu karttan çektirebilmemin verdiği rahatlıkla bir aydır bankamatiğe uğramayn, nakit gereksinimi olmayan ben, bu gerçekle o gün yüz yüze geldim. Hayır. Bu gerçek değildi. Abuk subuk sebeplerle o yemeği kaçırmayacaktım. Bu sadece o kırtasiyenin cinsliğiydi. Emindim ki başka bir kırtasiye bunu yapabilirdi. Zaten öyle oldu da. Sonunda otobüse bindim ve üniversitenin yolunu tuttum. Bindiğim otobüsün şöförü bayandı. Adana'da bir-iki yıldır belediye otobüslerinde bayanlar da şöförlük yapıyor.
Şöför durakta durdu. Bir sonraki durak, benim inip, yemekhanenin yolunu tutacağım duraktı. Bir önceki duraktaydık. Çok yaklaşmıştım. Soslu tavuk - pilava kararlı adımlarla ilerliyordum. Fakat baktım bayan toparlanıyor. Çantasını aldı, "Ben tuvalete gidicem." dedi. İyi, gitsin napim? Normalde şöförlerin tuvalete gidecekleri yer bellidir. Bundan iki durak sonrası. Yani burda yasak. Ama belli ki dayanamıyor. Zaten bayan. Gitsin bari, napim? Otobüste üç kişiydik zaten. Ben en önde oturuyordum. En arkada bir kız oturuyordu. En arkanın bir önünde de dik saçlı bir çocuk oturuyordu. Önümüzde, sağda bir araba ve solda bir otobüs olmak üzere iki araç vardı durmakta olan. Biz şöförün çişinin bitmesini beklerken, binmiş olduğumuz otobüs beklemedi. Normalde otobüs, bekleme halindeyken tir tir titrer ya, öyle sandım, baktım, hayır. Otobüs kendi kendine gidiyordu. En arkadaki kız hareket halindeki otobüsten atladı. Dik saçlı çocuk ise upuzun otobüste en arkadan, en öndeki bana -yani şöför koltuğunun çaprazındaki koltuktaydım- bağırarak: "Frene bas!" dedi. "Ben araba kullanmasını bilmiyorum!" diye bağırdım. Çocuk en arkadan koşarak geldi. O esnada durakta beklerken durumu farkeden birkaç çocuk da hareket halindeki otobüse biindiler ve dört erkek bir otobüsü durdurmayı başardılar kahkahalar eşliğinde. Ayaklarını frenden kaldırdıkları an otobüs hareket etmeye devam ediyordu. Sonunda çişini bitirmiş olan bizim hatun yaylana yaylana geliyordu. Direksiyon başındaki dört cengaver şöföre açıklamayı yapıp, yerini verdiler. "Arkadaşlar bu teknik bir sorun." deyip gülümseyerek geçiştirdi. "Sadece tavuk istemiştim." diye geçirdim içimden. Otobüse yeni yeni binenlerle birlikte, bir de hareket halindeyken atlayan kız bindi. Şöföre bağırmaya başladı. Bunun nasıl bir sorumsuzluk olduğunu, ölseydi ne olacağını sayıp sayıştırmaya başladı. Bunun üzerine, dayanamayıp şöför de bağırmaya başladı: "Altıma mı etseydim!" dedi. Kız: "Gerizekalı!" dedi. Şöför: "Sensin o gerizekalı! Sen donla gezerken ben araba sürüyordum!" dedi. Kız yerine oturduğu halde bağırmaya devam ediyordu. Şöför: "İner misin arabamdan sen! Terbiyesiz!" dedi. Kız: "İnmiyorum işte inmiyorum!" dedi. Şöför: "Ben de gitmiyorum!" dedi. Ben ayaklarımı yere vurmaya başlamıştım artık. 'Ne demek gitmiyorum! Hayır ya! Gitmelisin! Sadece tavuk istiyorum ya! Sadece tavuk! Çok şey mi istiyorum!' diyordum içimden. Ve şöför elindeki telefona numaralar tuşlayarak devam ediyordu: "İşte kontrolcümü arıyorum, gitmeyeceğimi bildiriyorum." Bu arada hala otobüse doluşmakta olan hiçbir şeyden habersiz kalabalık öğrenci topluluğunu görünce, gitmek zorunda olduğunu anlamıştı ki telefonu elinden bıraktı. Fakat altta kalmamak adına son hamlesini yapmak üzere, içindekileri dökmüş ve artık susmakta olan kıza dönerek: "Haa inmeyeceksen işte böyle susacaksın!" dedi. Uzun zamandır gülmemek için parmaklarımı yanaklarıma sokmamıştım. Bir duraktan bir durağa gitmek hiç de küçümsenecek bir şey değil sevgili okur.
Sonunda yemekhaneye ulaştım. Hemen menüye baktım. Soslu tavuk - pirinç pilavı - meyve. Evet! Tabldotu kaptığım gibi sıraya! Tavuğu koyan aşçıya çok içten bir teşekkür ettim. Gülümsedi. "Afiyet olsun." dedi. O 'afiyet olsun' un hakkını vermek için elimden geleni yaptım. Her lokmasını, tadını alarak, sindire sindire yedim. Hatta önceden yemediğim, kıkırdak kenarlarındaki yumuşak, kaygan etini de yedim. Tadı güzelmiş. Akşam dersten çıkıp parti evine gittiğimde ise bir sürprizle karşılaştım. Parti evi sahibiarkadaşım Aybike, benim o komik fikrimden yola çıkarak tavuk - pilav yapmış. Tuğba ( ev arkadaşım): "Belki bugün de yiyememişsindir.Bak bu senin için." dedi.
Yeni yıldan beklentilerim olur ama, yılbaşında heyecan falan aramam. O günün sorunsuz geçmesi yeterlidir benim için.Ama bu, bu tam anlamıyla hediyeydi benim için. Parti menüsünü beni düşünerek hazırlayan arkadaşlarım. Ve ben "Yine mi tavuk!" demeyi aklımın ucundan bile geçirmeden, sanki bir üç hafta daha yiyemeyecekmişim gibi, o tavuk - pilavın her lokmasını sindire sindire, iştahla yedim.
FAZİLET AYDIN
09/01/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder