mavi ışık kazanı

 

Birşey oldu. Ne olduğunu bilmiyorum ama birşey oldu. Adını koyamıyorum şu an. Emrivaki mi, dediğim dediklik mi, ikna gücü mü? Birşeye kurban gittim ama... Birşey oldu.
Esra'nın arkadaşının evine davetliydim. İyi çocuktur Mehmetcan. Sağolsun çağırmış beni. Mangal yapacaklarmış falan. İki tane de ev arkadaşı var Mehmetcan'ın. Biri Umut, onunla tanışmıştık. Diğerini ise hiç görmedim : Sercan.
Sercan hakkında birsürü şey duymuştum Esra'dan. Zaman zaman anlatırdı birşeyler. Hepsi zihnimde yavaş yavaş biraraya gelmiş, sanki bir yap-bozun parçalarının birleşmesi gibi birleşmiş, kafamda bir Sercan oluşmuştu hemen hemen.
Mesela bir gün: " Sercan böyle iri yarıdır, oturduğu yerden kalkmaz. Emir verir gibi konuşur herkesle. 'Sen şunu yap, sen bunu yap,...'  Umut da saf, yapar her dediğini. Ama Mehmetcan'a öyle pek ses çıkarmaz. Bazen bana öyle yapmaya kalkar, hemen ağzının payını veririm.  'Şunu getir.' der mesela, 'Getirir misin demek istedin herhalde!' derim. Geçen gün Ali'yle mutfakta bunu konuşuyorduk, 'ne biçim konuşuyo be öyle' diye şikayetleniyorduk. Sonra bunlar okey masasındayken Sercan Umut'a: 'Sen çay koy.' dedi. Tam Ali odaya adım attı: 'Sen de kağıt-kalem getir.' dedi. Ali böyle bakakaldı, 'hık' bile demeden gitti getirdi çok güldüm ya ahhahaha..." demişti Esra.
Bir gün de 101 oynuyoruz. Ben perlerimi açtım. Perlerimden birinde okey vardı, başka biri okeyi alıp, yerine olması gereken taşı koyunca, kız bana 101 yazdı. 'Öyle olmaz, yazılmaz' falan dediysem de dinletemedim. Sonra Esra dedi ki: "Fazilet, Sercan da öyle dedi. Bak ben de senin gibi zannediyordum ama Sercan 'Siz yanlış oynuyorsunuz ya, bu böyle böyle oynanır.' dedi. Meğer doğrusu buymuş."
Esra'nın böyle birşeyi çabucak nasıl kabul ettiğine inanamadım. Esra dediğim dediktir ve Esra'yla kaç kez 101 oynamışlığımız var değişik arkadaşlarla. Bir kişinin lafıyla nasıl kabul eder!
Böyle böyle kafamda kabataslak bir Sercan vardı. Böyle şişko, üşengeç, yerinden kalkıp da birşeyi getirmesi birsürü zaman alacağı için başkalarına yaptırıyor; diğerleri de durumun farkında olduklarından ses çıkarmıyorlar. Ama Sercan öyle kendini acındırır gibi 'Şunu getirir, şunu götürür müsün?' demeyi kendine yediremediği için emir kipiyle konuşuyor. Zaten eve yeni çıkmışlar, diğerleri de ses çıkarmıyor gereksiz yere gerginlik olmasın diye. Öyle pek umursadıkları yok da alttan alıyorlar işte.
Akşam Esra'yla yola çıktık. Eve yaklaştığımızda Esra: "Mangaldan sonra 101 de yaparız. Çok şamata ya ahhahaha..."
O an  birşeyler oldu bende. Sağ elimde kılıç, sol elimde zırh, kafamda çelik kask,, üzerimde ejderha armalı şövalye kıyafeti beliriverdi. Bu savaşı ben kazanacaktım. Çünkü 101, benim bildiğim gibi oynanırdı. O yanılıyordu.
Eve geldik, kapıyı Mehmetcan açtı. Ağzı kulaklarında "Hoşgeldiniz" dedi. Yazık, severim Mehmetcan'ı ya. Neyse sonra Umut'u gördüm. 'Gelmen için illa mangal mı lazımdı' falan şakalaştık; Sercan ortada yok. Mutfağa doğru ilerledim. Esra önüm sıra yürüyordu. Önce ellerini gördüm Sercan'ın. Şişleri falan hazırlıyordu. Esra sağa doğru tezgaha çekilip, ben mutfağa girdiğimde artık karşımdaydı. Upuzun boylu, omuzları geniş, vücudu yapılı, dağ gibi Sercan.
Şişko, sivilceli, gözlüklü, paspal hayali Sercan, kafamın biraz üzerinde bir bulut içinde belirip, tuzla buz olmuştu. Zırhım, kılıcım, kaskım yere düştü. Üzerimde kirli kahverengi, bol bir köle kıyafeti vardı. Ben, şövalyelerin botlarını temizleyip, zırhlarını parlatan bir ucubeydim sadece. Hele ki sesi... O kadar 'hükmedici'ydi ki...
Bütün senaryo kafamda yeniden canlandı. "İri yarı" demişti Esra. Şişko değil; uzun ve yapılı demekmiş o!
"Umut da saf. Yapar her dediğini." Saf mı! Saçmalık be! Korkusundan yapıyordur lan şuna baksana! Döver lan bu!
Ali'nin de önce mutfakta çekiştirip sonra neden 'hık' demeden kağıt-kalem getirdiği şimdi anlaşıldı!
Esra'nın isimlerimizden ibaret tanıştırmasıyla, Sercan'ın "Memnun oldum." deyip işine dönmesi bir oldu. Elimde olmadan, Sercan'dan rahatsız olmaya çok müsaittim artık. Sürekli Esra'nın dediklerini doğrulayacak açıklar arıyordum. Bir ara Esra'ya dedi ki: "Sen onu hallet, ben mangalın başındayım."
"Aha!" dedim içimden. "Ne demek 'sen onu hallet'! Zaten Esra tavukla ilgileniyor. Sen demesen de yaptığı şey bu!"
Sonra dikkatimi dağıtmaya çalıştım. "Mehmetcan iyi çocuk, ben tavuğu çok severim, Esra'yla mutfaktayız, hadi hadi başka şeyler düşün."
Uzun bir süre rahatlamıştım. Tabi yemek yerken Sercan'ın pek konuşmamasının payı bunda çok büyük. Bir ara Esra dedi ki: "Sercan, dünkü bulaşıklarını yıkamamışsın, ben yıkadım: Teşekkür edebilirsin."
"Teşekkürler." dedi Sercan, sırıttı. Eski Türk filmlerinde Tarkan'ın kurdunun babasını öldüren kötü kraldı resmen.
Sofra toplandı (yanlış hatırlamıyorsam Sercan'ın hiç bir yardımı olmadan), televizyon izliyoruz.
"Bakın ne buldum." dedi Sercan. Elinde, içinde tek şeker kalmış olan şeker kutumu sallıyordu. "Oooo hem de 1 tane kalmış." dedi.
"Senin olabilir." dedim.
"Sormicaktım zaten." dedi, attı ağzına.
Sesimi çıkarmamakla birlikte, komikçe bir şaka yapmışçasına da hafifçe güldüm. Aradan biraz zaman geçti,
"Hadi 101 çevirelim." dedi Sercan. Hemen ardından Umut'a okey takımını getirmesini emretti.
Bu kez sessizliğimi korumamakta kararlıydım.
Evine gelen misafire, evine gelen misafirmiş gibi nezaket göstermiyor olması, evine gelen misafir değilmiş gibi döveceği anlamına gelmezdi elbet.
Cesaretimi topladım, derin bir nefes aldım: "Tamam ama, senin bir kuralın varmış, ben 101'i öyle oynamam." dedim.
Güldü: "Neymiş o?" dedi.
Sırıtınca ben de yüz buldum, dayı dayı konuşuyorum:
"Şimdi ben açtım mesela masaya, perlerden birinde okey var. Sen taşı okeyin yerine koyup, okeyimi alırsan, bana 101 yazılmaz." dedim.
Polat Alemdar gibi başını bir kez eğip kaldırıp, aynı esnada gözlerini de kapatıp açarak, tok bir sesle: "Yazılır." dedi.
"Yazılmaz." dedim.
"Ben yazarım." dedi.
"Yazamazsın." dedim.
"Ben öyle oynamam." dedi.
"Oynamazsan oynama." dedim.
"Oynamıyorum o zaman." dedi.
Esra araya girdi: "Tamam o zaman Umut gel sen oyna. Bak Sercan hemen yerine birini buluyoruz ahahahahha..."
Ben ilk söylerkenki güldüğünde, zannetmiştim ki 'Tamam hadi senin dediğin gibi oynayalım.' diyerek aklınca babayiğitlik yapacak. Meğer "Sen ne diyeceksen söyle de, benim dediğim gibi oynanacak , onu da bil yani." sırıtışıymış.
Okey masası kuruldu;  Esra, Umut, Mehmetcan, ben oynayacaktık.
Sercan koltuktan kalkıp masanın başına oturdu: "Esra sen Mehmetcan'la birlikte oyna." dedi.
Ben salaklığımı korumaya devam ederek: 'Haaa... Baktı bizi 101 oynarken izleyemiyceeek; benim dediğim gibi oynamaya razı oldu işte.' diye düşündüm. Zira pek uzun sürmedi. Hemen kağıdı kalemi eline aldı: "Yazarım ha 101'i. Öyle olursa yazarım ha 101'i..." diye uyarılarda bulunmaya başladı.
Kimse sesini çıkarmadı. Bitmişti işte. Onun dediği gibi oynanacaktı. Her şey bir yana, sadece birşeyi merak ediyordum:
Lan 'ÇÜŞ' kelimesi niye var? Kullansanıza doya doya!
Dediğim gibi, hiçbirimiz ses çıkarmadık.
Ben, oyunun benim söylediğim şeklinin doğru olduğunu anlatmaya çalıştım.
"O kadar korkuyorsan okeyli per açma." dedi.
"Korktuğumdan değil. Sadece yanlış oynamak zoruma gidiyor." dedim.
"O kadar eminsin yani." diye alay etti ve oyuna başladık.
Yavaş oynadığımı belirten imalarda bulundu, taş çaldı, elime baktı hatta bir ara elden bittiğimi benden önce farkedip, elimi o açtı.
Tamam evet çok eğlendim. Hatta Sercan'a söylemedim ama mantıklı olan da onun dediği gibi oynamakmış. Öyle kafana göre okeyli perle açarsan önlemsizlik olur. Halbuki 101 önlem oyunu.
Saat geç oluyordu ama Sercan'ın Mehmetcan'a: "Senin batak bilgin pek yok." demesi üzerine Mehmetcan'ın hırs yapıp batak oynamak için diretmesiyle geceye devam ettik. Ben de dünden razıydım. Mehmetcan'ı çok severim ben.
Sercan her oyunda yenermiş meğer. Kendine güveni de çok.
Batak başladı. Bu kez hiçbir imaya maruz kalmamak için hızlı oynamaya özen gösterdim. Oyun ilerledikçe, "Bu kız bu oyunu biliyor." demeye başladı. Birkaç el üst üste söyleyince çok şaşırdım. Afalladım biraz: "Övüyo mu ki şimdi bu? Alay etmiyordur herhalde. Yooo yeniyorum. Tamam onun kadar yenmiyorum ama ikinci sıradayım şimdilik. Ciddi bu ciddi."
Bir ara öyle birşey oldu ki -bu en çok dikkatimi çekendir- böyle batak esnasında geyik falan yaparken Sercan: "Çerezi uzat." dedi ve ben çerezi uzatıp, kaldığım yerden devam ettim.
Birşeyler cuk diye oturdu yerine ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Öyle bir anda emir kipiyle konuştu ki, "Uzatır mısın demek istedin herhalde!" demek, beni 'ortamı geren' yapardı.
Asıl sorun, benim bunu takmamamdı. Kullandığı ilk emir kipinde, 'İşte bütün saygınlık gitti!' diye bozulmam gerekirdi.
Amacının emir vermek değil, sadece çerez uzatayım diiye gereksiz nezaket göstermek istemediğini mi düşündüm, 'Bir çerez için ağıt yakacak hali yok ya!' diye mi düşündüm, 'Sercan'ı az çok tanıdın. Senin üzerinde hakimiyet kurmak değil, arkandaki bir kâse çerezi istiyor. Dikkatsiz bir anına gelmiştir, 'uzat' diye kısa kesmiştir' diye mi düşündüm bilmiyorum.
Birşey oldu ama bilmiyorum.
Bildiğim şey, evden çıkarken şunu dediğim: "Bir gün bize de gelin. Çok eğlendim bugün, haha!"
FAZİLET AYDIN
08/12/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder