mavi ışık kazanı




Üniversitede çıktığım ilk öğrenci evinden, ev sahibi baba bir zam yaptıktan sonra taşındık. Yeni eve taşındığımızda, ev sahibinden sonra bize ilk yardımcı olan, zemin kattaki yaşlı teyze oldu. Faturalarda ev adresinin nasıl yazıldığını, apartman yöneticisinin adını, aylık aidatın ne kadar olduğunu falan ondan öğrendik. Bu bir gelenek mi bilmiyorum ama bundan önceki evimizde de bize ilk zemin kattaki yaşlı teyze yardımcı olmuştu. Herneyse. Biz o vesileyle tanıştık 'zemin kattaki teyze' ile. Apartmanda karşılaştığımızda selamlaştık hep.
Bir gün dondurma almak için evden çıktım. Tam teyzenin kapısının önünden geçerken o da kapıyı açtı. "Kızım nasılsın?" dedi, hal hatır muhabbeti açıldı.(Ben de ona nasıl olduğunu sorarım, iyi olduğunu söyler ya da en fazla bir-iki hastalığından bahseder, 'Allah iyilik versin.' derim, biter, diye düşündüm. Ama öyle olmadı.) Ev arkadaşlarımın, benim bölümlerimizi,memleketlerimizi sordu. Tek tek söyledim. (Biraz uzattı ama bir şey olmaz. Başarılar diler, 'Allah zihin açıklığı versin.' der, biter, diye düşündüm. Ama öyle olmadı.) Sonra aklıma geldi: zaten ben de teyzeye kıbleyi soracaktım. Tam niyetlendim ki: "Bak hele." dedi kısık bir sesle. Parmağıyla 'bana yanaş' işareti yaptı. "Sizin karşıki oturanları tanıyonuz mu?" dedi. Taşınırken karşı komşuyla birkaç kez konuşmuştuk. "Evet, hemşire." dedim. "Kim! Ne hemşiresi! Hemşire değil o! Kendi mi dedi onu! Bak! Hemşire falan değil o!" 'Adamın asabını bozuyorlar' edasıyla 'hemşire değil o' yu defalarca söylemesinin ardından, kadınn bütün apartmandan soğan, domates istediğini, bir dadandı mı bir daha bırakmadığını, bütün apartmanın ondan rahatsız olduğunu, teyze İstanbul'a kızının yanına gittiğinde teyzenin bahçesindeki asmalardan çaldığını, "Hemşireyim." deyip de bütün gün gezip tozduğunu anlattı. Bizden soğan falan isterse asla vermememizi tembih etti. "Soğan bir nebze, patates bir nebze, insan tuzu da mı komşudan ister!" diye ekledi. Sonrasında, alt kata geçti: "Hani onun altında oturan bir kadın var ya öğretmen. her sabah 08:00'de gider, akşam 17:00'de gelir ya, onu biliyonuz mu?" dedi. Bilmiyordum ama yapacak bir şey yok, anlatacak. "Evet." dedim. Ve devam etti: "Ne öğretmeni! Öğretmen değil o! Yalan söylüyor!" Teyze anlatmaya devam ederken benim gözlerimin önündeki şeyler bulanıklaştı. Teyze bulanıklaştı. Ağzı, gözü büyüdü, yamuldu. Duyduklarım uğultuya dönüştü. Teyzeyi duymuyordum. Sonra gözümün önüne çok net bir görüntü geldi: Başka apartman sakinleri, yine aynı teyze. Konuşuyorlar. Bu kez sıra bize gelmişti: "Ne öğrencisi! Öğrenci değil onlar! Yalan söylüyorlar!"(Teyzenin sesi yankılanıyordu.) Hemen kendime geldim. Dikkatimi topladım. Alttaki öğretmenle ilgili söylediklerini kaçırmıştım. Sıra öğretmenin karşısındaki binaya gelmişti. Orada eskiden kız öğrenciler otururmuş. "Aslında hanımefendi kızlardı ama niye bilmem yönetici heppisini kovdurdu." dedi. Teyze artık yorulmuştu. Susup dinlendi. Başka bir daireye sıra gelmeden atladım: "Teyze kıble ne tarafta?" Gösterdi. Sonra tekrar benim memleketimi sordu. "Antakya." dedim. Başarılar diledi, bitti. Artık apartmanda karşılaştığımızda daha hızlı selam veriyor, önünden geçerken daha hızlı yürüyordum. Aradan biraz zaman geçti. Bir gün, çöpleri dökmeye inerken kapısının önünde beni gördü. "Kızım nasılsın?" dedi, hal hatır muhabbeti açıldı. Çöplerin arasındaki büyük kola şişesini gördü. 1 lt'lik kola şişelerimizin olup olmadığını sordu. Cevap vermemi beklemeden, olursa ona vermemizi, asma yapraklarıyla yaptığı salamuraları onun içine koyacağını, İstanbul'daki kızına götüreceğini, aslında büyük şişeleri de doldurabileceğini fakat yenmediğini, yenmeyince bozulduğunu, aslında büyük şişelerin yarısına kadar da doldurup götürebileceğini fakat valizde yer kapladığını söyledi. "Olursa bana getirin yavrum hem hiç yıkamayın, ben onu deterjanla yıkar, temizler sonra kurusun diye tersine çevirir bekletirim he mi." diye ekledi. Ardından ev arkadaşlarımın memleketlerini ve bölümlerini, sonra benim bölümümü ve memleketimi sordu, bitti. Bir hışımla eve çıktım. Ev arkadaşıma, benden 1 lt'lik şişeyi isteyip bitirmek yerine nasıl dünya kadar mevzuyu en ufak ayrıntısına kadar açıkladığını anlattım. En son "Şişeyi deterjanla yıkayıp ters çeviri bekletirmiş!" dedim. Ev arkadaşım güldü: "Fazilet farkında mısın teyzeler hep seninle konuşmayı seviyor." dedi. Bunu söylemesinin sebebi, bundan önceki evimizde otururken yan komşumuz olan kekeme teyze idi. Beni her apartmanda gördüğünde durdurur, kızının girdiği sınavları, kazandığı üniversiteyi, çevresini, yalnızken evde sıkıldığını anlatırdı. "Öyle mi,...,hayırlısı,...,öyle mi,...,hayırlısı,..." der ve konuşma biter bitmez koşa koşa eve çıkardım. Ev arkadaşıma: "İyi de keşke biraz karşılıklı olsa." dedim.
Yaz tatili zamanı gelmişti. Evde bir tek ben kalmıştım. Zaten benim de son günümdü. Hüzünlü bir şekilde valizimle zemin kata kadar indim, aklıma geldi: çöpleri dökmeyi unuttum. "Lan bi ayrılık duygusunu bile tadında yaşayamıyoruz be!" dedim. Kimse duymadı. Valizimi, bilgisayarımı apartman boşluğuna bırakamazdım. Asansörsüz apartmanımızda onları tekrar dört kat çıkaracak halim de yoktu. Hazır kapısının önündeyken zemin kattaki teyzenin kapısını tıkladım (Zemin kattaki teyze zil kullanmıyor.). Hal hatır muhabbeti açmadan durumu özetleyip, çantaları kapı eşiğine koyup çıktım. Çöpleri döküp çantaları almaya gelirken, ben bir metre ötedeyken kapıyı açtı. Anladım ki kapısını kapatmış ama kapı arkasında beni beklemiş. "Şimdi dökmeseydin böcek yapardı o çöpler." dedi. "Evet." dedim. Baktım, sustu. İnanamadım. Biraz bekledim. Konuşmadı. O an hüzünlendim işte.Sanki onu özlemeyecek miydim? Benimle konuşmak hoşuna gitmişti işte! Ne var ki rahatsız olacak? Giderayak biraz daha konuşmasını istedim. "Sizin evde böcek oluyor mu Zekiye teyze? Bizim eve bazen büyük böceklerden giriyor, tırsıyorum." dedim. Artık yere değil, bana bakıyordu. Onun evine de girdiğini, dünyanın en zengin insanının da en fakir insanının da evine böcek girebileceğini, bundan kaçış olmadığını, İstanbul'daki kızını evine de böcek girdiğini ama onların boylarının renklerinin farklı olduklarını, bazı böceklerin ışığa, bazılarının kanal suyundan dolayı geldiklerini anlattı. Hepsini sanki ilk kez duyuyormuş gibi merak ve şaşırma efektleriyle dinledim. Bitirdi, vedalaştık. Çantalarımla apartmanın demir kapısından çıkarken: "Senin memleket Antakya'ydı değil mi kızım?" dedi. Bu kez sormamıştı, aklında tutmuştu. "Evet." dedim, gülümsedim, bitirdim.
FAZİLET AYDIN
27/06/2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder