mavi ışık kazanı




Hani bazen olur ya, birsürü aksilik üst üste gelir, insanların seni o şekilde asla görmemelerini istediğin halinle görünürsün bütün gün onlara. Mesela bir şey organize ediyorsun ya da senin düğünün falan. En sinir bozucu, en yapılmaması gereken hatalardan herhangi birini sevdiklerinden biri yapar; ya da saygı duymak zorunda olduklarından. O şey de çok ilginçtir. O kadar sinirlenirsin ki kasıtlı yaptığını düşünürsün. Ama tek bir kelime edememek, içinde alevlerin patlaması... Alevlerin pat-la-ma-sı mı? Neyse. Bir gün bana yaptığı hatadan dolayı benim adıma üzülen arkadaşın suratına bir tane yumruk indirmek isterdim. Büyük konuşmak istemediğim için 'sanırım' ı kullanacağım. Sanırım ben bunu asla yapmam. Onunla güzel günlerimiz oldu ve o günden sonra da olabilir. Her şey benim 'elimde'. Eğer özür dilemediyse, bu onun: suçluluk duygusunu açığa vurmak istemeyen, dışarıdan yer yer kasıntı gibi görünen, iç bölgelerde ise zayıf kişilikli biri olduğunu (old.) gösterir. Old'u bazen özlüyorum da. Her neyse. Özür dilemeyenler diyorduk. Onların adına sadece üzül. Emin ol, senden af dilemeyenler, senin tarafından affedilmeye en çok ihtiyacı olanlardır. Hadi onları affet! Onlara bir ders ver! Anlasalar da anlamasalar da! Ama emin ol anlayacaklar. Sadece belki yine çaktırmayacaklar. Hadi hepsini affet! Hadi okur! Hadi!
Üniversitedeki ilk yılım, ilk kışımdı. Hani Adana'da yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer derlerdi ya, kış buz gibi geçti. Her gece iki battaniyenin altında tir tir titrer, her sabah ayaklarım buz kesmiş uyanırdım. Yine o günlerden biriydi. Zaten bütün bir hafta, bir sonraki haftanın vizelerine çalışmakla geçecek diye, haftasonumu evde geçirmeye karar verdim. Biletim alınmış, valizim hazırdı. Zamanın gelmesini beklerken yurtta oyalanıyordum. Ve az önce anlattığım yöntemle zar zor iki arkadaşımı affetmiştim. Onların haberi bile yoktu. Aynaya bakarken aynanın sağ üst köşesine sıkıştırılmış bir kağıt gözüme çarptı. Peygamberimize mektup yarışması yapılıyordu. Düşündüm. Peygambere mektup yazmak için bundan iyi bir zaman olamazdı. Mektubu yazarken öyle bir kaptırmışım ki bir baktım geç kalmak üzereyim. 'Hızlı olursam yetişirim' diye düşündüm. Normal bir günde olabilirdi. Ama o gün bu gün değildi. Bilirsiniz yağmurlu hava => sıkışık trafik. Islak saçlarımla o otobüsün içinde, otobüs milim milim ilerleyip dururken, her durduğu anda kan beynime sıçrıyordu. Saatten gözümü alamıyordum. Saniyeler ne kadar hızlı geçiyordu böyle! "Hey! Sen yurttayken böyle değildin!" demeliydim ona. Benim otobüsün hareket etmesine beş dakika kala, otobüsün yazıhanesine yetiştim. Her şey açıktı. Geç kalmıştım. Beş - on dakika önce yazıhanede olmalıydım, özel servis beni otogara götürmeliydi. Ama ben bir umut yazıhanenin içine hızla koştum. Bilgisayar başındaki gözlüklü, kel adama hızla durumu anlattım. Özel servis gitmişti. Bir sonraki on beş dakika sonra gelecekti. Benim otobüsün şöförünü aramış, o da bekleyemeyeceğini söylemişti. Çaresizce son savunmamı yapmıştım: "Ama ben bu otobüsün her zaman yolcusuyum." Hiç düşünmeden gözlüklü kel bana onun bununla bir ilgisi olmadığını söyledi. Alışmış olmalıydı. Bundan sonraki otobüslerde de yer olmadığını söyledi. Ama on beş dakika bekleyip, diğer özel servise binip, belki vazgeçen biri olursa onun koltuğunda gitmemi tavsiye etti. Kabul ettim. Bana orada Murat diye bir muavini bulup durumu anlatmamı, onun benimle ilgileneceğini söyledi. Bekledim ve nihayet özel servise bindim. Hala gözlüklü kelin benim otobüsün şöförüyle telefonda konuşurkenki sesi yankılanıyordu kulağımda: "Yav kardeş on numaralı yolcu hala burda burdaa! Tamam o zaman siz gidin. Yer varsa ben ötekine bindiririm!" Kendimi hiç bu kadar mal gibi hissetmemiştim. Gerçekten de benden kolilerden biri gibi bahsediyordu. Arkamdaki adamın telefonu çalınca dalgınlığım geçti birden. "Merhaba Marry Hanım." diye açtı telefonu. "Marry Hanım mı?" diye düşündüm. Sonra devam etti: "Hatay'a gidiyorum Marry Hanım. Öyle mi? Peki Marry Hanım. Hemen dönüyorum." Sonra adama ikinci bir telefon geldi: "Alo? Merhaba. Hatay'a gidiyordum. Marry Hanım çağırdı. Artık gitmiyorum." dedi. Ben adamın Marry Hanım'ın uşağı mı, hizmetkarlarından biri mi yoksa hatırlı dostlarından biri mi olduğunu yoksa neden Marry Hanım'ın bir lafıyla geri döndüğünü düşünürken, o adamın dönüşünün otobüste bana açılan bir yer olduğunu fark edemedim. Otogara vardığımız anda bir otobüs geldi. İnen muavine hemen "Siz Murat mısınız?" diye sordum. "Evet." deyince durumu anlattım. Sonuna kadar dinledi. Sonuna kadar. Ve en son gözlerinin içindeki o pis gülümsemeyle bana :" Yalnız hanımefendi, ben o Murat değilim." dedi. Gerçekten de baktım o otobüste Antakya yazmıyordu bile. Küfretmeme ramak kalmıştı. Adam birkaç valiz yerleştirdikten sonra tekrar yanıma geldi. "Merak etmeyin." dedi. "Ben o otobüsteki Murat olsam, sizi muavin koltuğuna oturtur, ben ayakta giderdim. Neticede siz de bizim yolcumuzsunuz." Biraz rahatlamıştım. Hatta kesin muavin koltuğunda giderim diye düşünmüştüm. Ta ki otobüs gelene kadar. Oldukça sinirli ve yaşlı olan muavin, hışımla otobüsten iniyordu. Valizleri fırlatıp atarcasına yerleştirmeye başladı. Bütün cesaretimi toplayıp yanına gittim ve durumu çok kısa özetledim. Durup dinlemedi bile. "Valla yer varsa binin!" deyip geçip gitti önümden. Biraz daha yaşlı bir adam otobüsün önünde bilet kontrolü yapıyordu. Hemen ona gittim. Lafımı bitirmemi beklemedi bile. Kaşlarını kaldırabildiğince yukarı kaldırdı: "Yer yok." dedi. Son umudum da böylece tükenmişti. Evi aradım ve gelemeyeceğimi söyledim. Babam başka turizmde bilet olup olmadığını sordu. "Hayır." dedim. "Hepsi dolu." Bi bilet daha alacak kadar param olmadığını söylemekten iyidir. Babam son olarak: "Kafana takma." dedi. "Tamam." dedim. Özel servisle geri döndüm. Yazıhanenin ordan tekrar otobüse bindim yurda dönmek için. Otobüsteki yerimi aldım ve aklıma direk o adamın Marry Hanım'la yaptığı telefon görüşmesi geldi. İçimden "Harika!" dedim. Tabi bu harikanın altında kocaman bir "YUH!" yatıyordu. Nasıl akıl edemezdim! Bana yer açılmıştı! Hayır, o değil de, o zaman akıl edemedim, bari şimdi aklıma gelmeseydi! Çünkü otobüs hareket edeli on beş dakika olmuştu. Bunu akıl edemememin eziyetini çekmek için çok erkendi!
Durakta indim. Durakla bizim yurt arasında on dakikalık bir yol vardı. Şemsiyemi açtım. Tekerlekli valizimi ardımda sürükleyerek o yolu almaya başladım. O yol hiç bitmesin istedim. Yurda bu şekilde dönmemeliydim. Bunları düşünürken kafama baya bi yağmur yediğimi farkettim. N'oluyor diye kafamı kaldırıp baktığımda tepemde kendi kendine kapanmış olan şemsiyemle karşılaştım. Artık mecalimin tükendiği andı o. Gülmekle ağlamak arasında kararsız kaldım. İkisinin tam ortasındaydım. Ben gülmeyi tercih ettim. Ve yolun devamını gülerek, yer yer kahkahalar atarak yürüdüm. Yurda döndüğümde o sinirimden eser kalmamıştı. Ama şunu bilmenizi isterim: eğer haftasonumu yurtta arkadaşların yardımıyla proje ödevimi yaparak değil de evde geçirseydim, o proje ödevi bütün hafta başıma bela olacak ve diğer derslere çalışmama izin vermeyecekti. Gerçekten, gerçekten her işte bir hayır var. Şimdi diyorum, iyi ki diyorum: zar zor affetmişim, iyi ki 'Peygamberimize Mektup' yarışmasına katılmışım, iyi ki otobüsü kaçırmışım ve iyi ki Marry Hanım'ı unutmuşum. Şemsiyeme de iyi ki diyorum çünkü beni o yolda ondan başkası güldüremezdi.
Vize haftası bittiğinde dönüş biletimi babam almıştı. Koltuk numaramı öğrenmek için yazıhaneye gittiğimde yine gözlüklü kel vardı. Adımı ve otobüsün saatini söyledim. Listede beni bulamadı. "Bir sonrakine bakar mısınız?" dedim. Baktı, yokum. "Bir sonraki otobüse bakar mısınız?" dedim. Nihayet beni o listede buldu. Annem telefonda saatini söylerken yanlış anlamışım. Bir saat sonraki otobüs benimkiymiş. "Sizinkine daha bir saat var." dedi. "Tamam, ben beklerim." dedim. Sonra bana baktı: "Siz geçenlerde otobüsü kaçırmıştınız değil mi?" dedi. "Evet." dedim. Sırıttı: "Yav kızım kusura bakma da, senin de hiç bir işin yolunda gitmiyor yav." dedi, güldü. Ben de ona gülümsedim. İçimden de güldüm. Arkamı dönüp yerime oturmaya giderken içimden: "Sen öyle san." dedim. İçimden kahkaha attım.
FAZİLET AYDIN
20/08/2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder