mavi ışık kazanı

  

* Lisedeyken edebiyat öğretmenimiz bir olayı sıkça paylaşırdı bizimle:
Neyzen Tevfik eve giderken bir adamı durdurup sormuş: “Neyzen Tevfik’in evi nerede?”
Adam cevap vermiş: “Ama Neyzen Tevfik sizsiniz?” Neyzen Tevfik bunun üzerine şöyle demiş: “Ben sana ‘Neyzen Tevfik kim?’ diye sormadım, Neyzen Tevfik’in evini sordum.”
Bu hoca bize her zaman sadece sorulan sorulara cevap verilmesi gerektiğinin önemini hatırlatırdı. Sonrasında ne zaman yazılılarımızı kontrol etse, biz merakla sonuçları beklediğimiz zaman, notları açıklamadan önce şunu söylerdi: “Ben Neyzen Tevfik’in evini sormuşum, kimisi Neyzen Tevfik’in kim olduğunu yazmış.”
Dün ilk defa alkolün dibini boyladıkları bir mekana girdim. Aslında ilk defa dibini boylayan kişilerle aynı masada oturdum. Edebiyatçılarla içenler arasında  bu hikayede ufak bir farklılık sezdim:
“ Lan bi gün Neyzen Tevfik acaip sarhoş olmuş, evin yolunu bulamıyo tamam mı. Yoldan bi adamı çevirip sormuş: “Neyzen Tevfik’in evi nerede?” Adam demiş: “O sizsiniz?” Neyzen Tevfik de: “Ulan onu biliyorum dangalak ben evini sordum.” demiş ppuhahahahaha…..”
Hangisi doğru bilemedim. Ama ikincisi daha olabilir gibi geldi. Yani mesela düşünecek olursak, Neyzen Tevfik durduk yere yoldan geçen bir adama niye sorulan soruya cevap vermenin önemini anlatmak için böyle bir şey yapsın ki? Yani neden o adam? Mesela o adam gerçekten de sorulan sorulara cevap vermeyi önemseyen biriyse ve Neyzen Tevfik’in evini tarif etse, Neyzen Tevfik ne yapacaktı? Rezil olurdu ki. Böyle bir risk almış olsun? Sanmam. Kafası iyidir o an. Eğer birinci hikaye doğruysa, büyük adam vesselam.

* Hani böyle iki samimi arkadaş küser. Sonra birinin başına güzel bir şey gelir. Efendime söyleyim diğeri haberdar olur. Kıskanacak mı acaba diye dönüp o diğerine bakan insan topluluğuna kıl olduğum kadar bir insana daha kıl olmam. Ne bekliyordun haspam? Küs onlar küs. Yani biri çamura düşse öteki üstünden geçer. Birinin kızkardeşine Nuri Alço dadansa öteki otel parasını cebinden karşılar. Eski samimi ama şimdi kanlı bıçaklı arkadaşı adına sevinecek miydi kurban olduğum? Hayır onlara da ayrı bir üzülürüm. Arkadaşının adına sevinmek neymiş olm? Bir şey olduğunda niye salak gibi arkadaşına seviniyorsun ki? Önce bir sor bakalım bende niye yok. İç hesaplaşma filan? Ah şeytani duygular. Severim.

* İzmir ne güzel yermiş. Yalnız hayatımda “aktarma” lafını en sık duyduğum ve kullandığım dönem oldu İzmir’deki birkaç gün. İzmir’in hayatı aktarma. Onu geçtim, bindiğim neredeyse bütün otobüslerde hayvan kadar “ESHOT” yazıyor, fakat ESHOT’un açılımını bilen tek bir İzmirliyle veya orada okuyan öğrenciyle karşılaşmadım. Kime sorduysam da güzel soru olduğunu, bunun ona ders olduğunu, eve gidince bakıp öğreneceğini söyledi. Aslında o kadar da önemli olmadığı halde, baktın bilmeyen insan çoğunlukta; bir yerden sonra pisliğine sormaya başlıyorsun. Merak bile etmiyorsun artık aslında. Biri sorsa “Haa. Tamam.” Deyip geçeceksin. Ama kimse bilmiyor işte. Pislik değil mi? Otobüste yanında oturana daya soruyu. Ah şeytani duygular. Severim.

* Bu sabah erkenden evden çıktım. Uzun bir yürüyüşün sonunda boş bir park gördüm. Bitişiğinde de spor aletleri vardı. Birkaç amca ve teyze spor yapıyordu. Gölgedeki boş salıncağa oturdum. Sallanmaya başladım. Biraz hızlandım. Hemen çocukluğum aklıma geldi. Bazı salıncaklar vardı, hiç sevmezdim. Hangi parkta hangi salıncağın o pislik salıncak çıkacağı belli olmazdı. Başta yavaş yavaş sallanırken güzel gider, hızlanınca çapraz gitmeye başlardı şerefsiz. Hızlandıkça daha da çapraz giderdi. Yamuk yumuk sallanırdım ve yüzümde mutsuz bir ifade olurdu. Sonra ayaklarımı yere sürtüp yavaşlatır; çok binesim varsa yavaş devam eder, pek binesim yoksa da hiç uğraşmaz inerdim. Baktım bu o şerefsiz. “Allahım” dedim: “her şeyde beni mutsuz edecek bir kıymık buluyorsun.” Sonra salıncaktan inmedim. Bu yaşa geldim diye düşündüm. Bu salıncağın sorunu ne olabilirdi?  Baktım tepesine. Yamuk sallanıyorsa, muhtemelen en tepedeki vida bunu o yöne ittiği içindir. Ben de tepedeki sağa bakan vidayı karşıya çevirdim. Hakkaten de düzeldi. Başladım sallanmaya. Hızlandım, hızlandım. Sonra yavaşladım falan. Sonra sağımdaki salıncağa spor yapan teyzelerden biri geldi oturdu. “Biz de biraz çocukluğumuzu yaşayalım, küçükken yaşayamadık.” dedi. Gülümsedim, teyzeye eşlik ettim, aynı anda sallanmaya başladık. Aradan bir dakika bile geçmeden salıncağı yavaşlattı ve indi. “Benden bu kadar.” dedi. O an anladım ki teyzenin başı dönmüştü. Anlaşılan küçüklüğünde isteyip de yapılamayan bazı şeyler, büyüyünce imkanın varsa da yapılamıyor. O an salıncağın zincirlerini sımsıkı tuttum. Ve bacaklarım ağırıncaya kadar sallandım. En azından bir çocuk oyunu için hayata geç kalmamıştım.
FAZİLET AYDIN
22/05/2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder